Bir ülkenin kültürel değerleri, ulusal psikolojisini ve kimliğini etkilemektedir. Vatandaşların değerleri ve kamuoyunun görüşleri, medya ve diğer bilgi kanalları aracılığıyla devlet liderlerine iletilir ve dış politika kararları, hem doğrudan hem de dolaylı olarak kolektif bilince karışır. Bahsi geçen kolektif bilinç, Çin halkının ruhunu etkileyen geleneksel kültürel değerler, uyum, yardımseverlik, doğruluk, bilgelik ve dürüstlük çerçevesinde şekillenmektedir.[1]
Han Hanedanlığı’na (M.Ö. 202-M.S. 220) kadar uzanan bir tarihte Han halkının şimdiki Çin topraklarındaki yayılmasına, Konfüçyüsçülüğün en gelişmiş etik sistem olarak desteklenmesi eşlik etmiştir. Konfüçyüsçülüğün temel değeri olan yardımseverlik, ailevi bağların ve kan bağının önemine kadar uzanmakta ve Çinliler tarafından büyük saygı görmektedir. Huzurlu bir ailenin refaha kavuşması (家和万事兴) fikri, ünlü ve yaygın olarak benimsenen bir sözdür. Doğruluk, adaleti ifade eder. Konfüçyüs’ün dediği gibi, “Beyefendi, neyin ahlaki olduğunu anlar; küçük adam neyin karlı olduğunu anlar.” Bireysel faydaların yanı sıra kolektif ve toplumsal faydalar da vardır. Tüm insanlar, hem topluma hem de uluslararası topluma fayda sağlayanın peşinde olmalıdır. Bir Çin atasözüne göre “ülkenin yükselişinden veya düşüşünden herkes sorumludur.”[2]
Uyum kavramı, Çin’in geleneksel kültürel değerleri olan uyum, yardımseverlik, doğruluk, nezaket, bilgelik, dürüstlük, sadakat ve evlat dindarlığı gibi değerlerin, Çin diplomasisinde somut bir şekilde yansımasıdır. Uyum kavramına göre, evren çeşitliliği içinde barındırmakta ve birleştirmektedir. Farklılık her zaman ‘öteki’ ile eşit değildir ve farklılıklar bazen uyumun gerekli koşulunu oluşturmaktadır. Çeşitliliği aynı çatı altında birleştirmek, yeni temeller üretmenin önemli bir adımıdır. Çin’in diplomasi tarihinde “Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesi” gibi prensipler, uyum değerini somutlaştırmaktadır. Bu ilkeler, karşılıklı saygı, karşılıklı saldırmazlık, eşitlik ve karşılıklı yarar gibi prensipleri içerir ve Çin’in uluslararası ilişkilerinde uyumu teşvik etmektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti, ilk yıllarında Hindistan ve Burma gibi tarafsız ülkelerle ilişkileri güçlendirmeye, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) hiyerarşik bir dünya düzeni inşa etme çabalarına karşı koymaya ve Güneydoğu Asya ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalışmıştır. Bu dönemde Pekin’in değerler diplomasisi eşitlikçi ilkeleri savunmuştur. Zhou Enlai, 1954 yılında Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Beş İlkesini açıkça ifade etmiştir. Bunlar; egemenliğe ve toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı, karşılıklı saldırmazlık, içişlere karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşamadır.
1960’lı ve 1970’li yılların Çin diplomasisi, devletler arasında egemen eşitliği ve karşılıklı saygıyı vurgularken, aynı zamanda ideolojik hiyerarşi temasını da dile getirmiştir. Mao, Sovyetler Birliği’ni ideolojik olarak “gerici bir revizyonist güç” olarak eleştirmiş ve Çin’i değerlerinin tüm dünyadaki ilerici hareketler tarafından takip edilmesi gereken “ileri devrimci güçlerin lideri” olarak tasvir etmiştir.
Soğuk Savaş’ın ardından Çin, devletlerarası ilişkilerde eşitlik ve işbirliği ilkelerini bir kez daha vurgulayarak Amerikan merkezciliğe direnmeyi gerekli görmüştür. Çin Lideri Jiang Zemin, uluslararası ilişkilerdeki yerleşik sistemin tek taraflı güvenliği reddetmesi ve karşılıklı yarar sağlayan işbirliği yoluyla ortak güvenlik araması gerektiğini öngören kazan-kazan güvenlik konseptini tanıtmıştır. 2000’lerin başında Çin, barışçıl yükseliş sloganıyla tanınmış ve 2012 yılında dönemin Başkan Yardımcısı Şi Cinping bu söylemi ileri taşımıştır. Şi’nin fikirleri, Enlai’nin Beş İlkesi’nin temalarını yeni bağlama uyarlanmış modernist bir perspektif olarak şekillenmiştir.[3]
Dolayısıyla Çin’in diplomatik söylemi, temel açıdan tarihsel süreklilik ve istikrar göstermektedir. Mevcut uluslararası sistemde yer alan ‘tüm devletlerin eşitliği’ temasının sadece Batı tarafından öne sürüldüğünü reddetmekte; bu konseptin Çin’de tarihsel anlamda yer aldığını savunmaktadır.
Şi’nin söylemde sıkça kullandığı ‘uyum’ kavramı, Çin’deki ruhun temellerini oluşturmaktadır. Uyum, doğru ve dengeli koordinasyon anlamına gelir ve mantıkla paraleldir. Modern Çin toplumu insanoğlu ve doğa arasında; insanlar ve toplum arasında; farklı toplulukların üyeleri ve uluslararası ilişkiler arasında; ve zihin ve beden arasında uyumu korumaya çalışmaktadır. Şi, Çin uluslararası ilişkiler rüyasının refah içinde ve güçlü olması gerektiğini savunmaktadır. Bahsi geçen gereklilikler iki asırlık bir hedefi kapsamaktadır: (i) 2020 yılına kadar refah açısından sağlam bir toplum inşa etmek, (ii) Çin’i inşa etmek, modern bir sosyalist ülkeye dönüşmek ve yüzyılın ortasında Çin’in ulusal canlanma hayalini gerçekleştirmektir.[4]
Bu tür retorik söylemlerde Şi, Çin’in geçtiğimiz iki yüzyıldaki tarihsel yükselişini sembolize etmektedir. Tekrar yükselme süreci üç aşamaya ayrılmaktadır. Bunlar; (i) Mao’nun gerçekleştirdiği ayağa kalkma aşaması, (ii) ulaşılan zenginleşme aşaması ve (iii) Şi’nin gerçekleştirmeye söz verdiği güçlü olma aşamasıdır. Şi daha fazla spesifik bir açılım belirleyerek, güçlü olma aşamasında iki hedef önermiştir: Çin’i büyük bir modern sosyalist ülkeye dönüştürmek için 2020-2035’te tam modern dönüşüm gerçekleştirmek ve Çin’i ulusal güç ve uluslararası güç açısından küresel bir lider olarak geliştirmektir.
Şi’nin Çin’in uluslararası ilişkilerdeki konumuna bakışı tarihsel bir perspektifte ilerlemektedir. Şi’nin tarihselciliği, zenginlik ve güç arayışı ile bağımsızlık ve egemenlik gibi siyasi hedefleri, Qing Hanedanlığı’nın on dokuzuncu yüzyılın sonlarında çöküşünden bu yana Çinli seçkinler için temel bir ulusal misyon olduğu inancına dayanmaktadır.
Sonuç olarak 2017-2018 döneminde Şi Cinping, Çin Komünist Partisi (ÇKP) genel sekreteri ve Çin Halk Cumhuriyeti başkanı olarak ikinci beş yıllık dönemine başlarken, “ortak bir geleceğe sahip bir topluluk inşa etme” hedefini ortaya koymuş ve bunu hayata geçirmeye odaklanmıştır. Bu ifade, Ekim 2017 tarihindeki On Dokuzuncu Parti Kongresi’nde parti tüzüğüne, Mart 2018’deki toplantıda ise eyalet anayasasına yazılmıştır.[5] Ayrıca Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, ortak geleceğe sahip bir topluluk inşa etmeyi “önümüzdeki yıllarda Çin’in dış politikasının en önemli hedeflerinden” biri olarak tanımlamıştır. Çin, şu anda dünyanın en büyük ikinci ekonomisidir. Ayrıca Kuşak ve Yol Girişimi’nin getirdiği pozitif ivmeyle hızla büyümektedir. Tüm bu gelişmeler, “Çin, retorik olarak yeni bir uluslararası ilişkiler biçimi inşa edecek mi?” sorusunu akıllara getirmektedir.
[1] “China’s Traditional Cultural Values and National Identity”, Carnegie Endowment for International Peace, https://carnegieendowment.org/2013/11/21/china-s-traditional-cultural-values-and-national-identity-pub-53613, (Erişim Tarihi: 06.03.2024).
[2] Aynı yer.
[3] Andrew J. Nathan-Boshu Zhang, “A Shared Future for Mankind’: Rhetoric and Reality in Chinese Foreign Policy under Xi Jinping.”, Journal of Contemporary China, 31(133), 2022, s. 57-71.
[4] Feng Zhang, “The Xi Jinping Doctrine of China’s International Relations”, Asia Policy, 14(3), 2019, s. 7-24.
[5] Aynı yer.