Latin Amerika, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) arka bahçesi olarak anılan; ancak son 20 yıldır yaşanan gelişmeler neticesinde bu tanımlamadan kurtulmaya çalışan bölgedir. Bölge açısından en büyük olumsuzluk hem ABD’ye yakın olması hem de bu ülkeyi dengeleyebilecek farklı bir aktörün bulunmamasıdır. Mevzubahis durum, Latin Amerika devletlerinin hareket imkanını kısıtlamıştır. Zira ABD, çeşitli dönemlerde farklı gerekçelerle nüfuzunu sürdürmek için siyasi, askeri ve ekonomik müdahalelerde bulunmaktan çekinmemiştir. Fakat 2000 yılından bu yana bölgede gelişen “sol dalgalar”, durumun tersine dönmesine hizmet etmektedir.
Günümüzde bölgede solun ikinci dalgasından bahsetmek mümkündür. Bu bağlamda Latin Amerika’da yaşanan gelişmeler, sadece bölge içi değil; uluslararası bazda da etki oluşturmaktadır. Değişim ve dönüşüm sürecinde olan dünyada artan küreselleşme, Latin Amerika’nın diğer güçlerle arasındaki bağı güçlendirirken; bölge devletlerinin tek bir aktörü merkez almasının da önüne geçmektedir. Bu sayede ABD ekseninin dışına çıkan devletler, yeni işbirliklerine dahil olmaktadır.
Bu anlamda Latin Amerika devletleri, hem ABD’nin etkisinin kırılması hem küreselleşmenin sağladığı avantaj sayesinde çeşitli girişimlere katılmaktadır. Bu bağlamda ön plana çıkan girişimlerden biri Kuşak ve Yol Girişimi’dir. Girişim, her ne kadar Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlama amacıyla hayata geçirilse de taşıdığı küresel perspektif sayesinde Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar birçok bölgeyi kapsamaktadır.
Günümüzde 21 Latin Amerika ülkesi, Kuşak ve Yol Girişimi’ne dahildir. Girişime son anda dahil olan ülkelerden biri Arjantin’dir. 2022 yılının Şubat ayında Arjantin Devlet Başkanı Alberto Fernandez, Pekin ziyaretinde Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’le Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılmak için bir mutabakat metni imzalamıştır. Söz konusu durum, Çin’in bu girişime küresel bir mahiyet kazandırmasını sağlamıştır. Bu gelişmenin sol ideolojiye sahip olan Fernandez’in iktidara gelmesinin ardından yaşanması da dikkat çekici bir ayrıntıdır.
30 Ekim 2022 tarihinde yapılan seçimlerle Brezilya’da da yönetim değişmiştir. Sağcı kimliğiyle bilinen Jair Bolsonaro’nun yerine merkez-sol/sol düşünceyi savunan eski Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva geçmiştir. Lula’nın zaferi, başta ABD olmak üzere Batı’da rahatsızlık yaratırken; Çin ve Rusya gibi aktörlerin bu gelişmeye sevindiği söylenebilir. Zira Lula, Bolsonaro’ya göre Pekin ve Moskova’yla ilişkiler kurulması noktasında çok daha güçlü adımlar atmaktır.
Taraflar arasındaki en önemli temasın ise Lula’nın 26-31 Mart 2023 tarihlerinde Pekin’e gerçekleştireceği ziyaretle kurulacağı aşikardır. Göreve başladıktan sonra Lula, ilk yurtdışı ziyaretini Latin Amerika ve Karayip Devletleri Topluluğu’nun (CELAC) Zirvesi’ne katılmak için Arjantin’e düzenlemiştir. Daha sonra Lula, 2023 yılının Şubat ayında ABD’yi ziyaret etmiş ve ABD Başkanı Joe Biden’la bir araya gelmiştir. Arjantin ziyareti, Lula’nın öncelikle bölgesel entegrasyona önem verdiği göstermektedir. Daha sonra da Lula gerek ikili ilişkileri gerekse de ABD’nin yakın çevredeki en önemli güç olduğunu düşünerek Washington’a gitmiştir. Son olarak gerçekleşecek olan Çin ziyaretinin ise çeşitli nedenlerinin bulunduğu söylenebilir.
Öncelikle Çin, 2005-2021 yılları arasında Latin Amerika ülkelerine 136 milyar dolardan fazla kredi vermiştir. İkinci olarak Lula, ilk iktidara geldiği dönemde Çin’le kurduğu ticari ilişkiler sayesinde hem ekonominin iyileşmesine hız kazandırarak iç siyasette elini güçlendirmiş hem de ABD’ye olan ekonomik bağımlılığı azaltmıştır.
Bu noktada çeşitli tartışmalar yaşansa da şüphe bulunmayan konu, Lula’nın Pekin’le olan ilişkileri güçlendirmek ve ülkeye Çin yatırımlarını çekmek istediğidir. Buna karşılık Brezilyalı liderin Latin Amerika’nın iç dengelerinin, Lula’nın siyasi hayatının ve ideolojik saiklerinin de etkisiyle ABD’ye olan soğuk tavrı, Brezilya ile Çin arasındaki ilişkilerin daha da derinleşme ihtimalini güçlendirmektedir. Özellikle de Lula’yla aynı partiden gelen Dilma Rousseff’in tartışmalı bir kararla iktidardan uzaklaştırılması, Lula’nın çeşitli suçlamalarla cezaevine gönderilmesi, Lula’nın Rousseff’in BRICS Kalkınma Bankası’nın yeni başkanı olmasını istemesi, ülkeler arasındaki ticari ilişkileri güçlendirmeyi amaçlaması, Lula’nın Rusya-Ukrayna Savaşı’na karşı tarafsız tutumu ve savaşın müzakerelerle bitirilmesi talebi, ilişkilerin dinamiklerini etkileyen ve geleceğini belirleyecek olan ana faktörlerdir.
Aslında tüm zorluklara rağmen Brezilya ile Çin arasındaki ilişkiler, Bolsonaro döneminde de gelişmiştir. Brezilya-Çin Kapsamlı Stratejik Ortaklığı’nın 10. yılının kutlandığı dönemde taraflar, ilerleyen yıllarda ikili münasebetlere yön verecek olan 2022-2026 Yürütme Planı ve 2022-2031 Stratejik Planı’nı açıklamışlardır. Fakat Lula, çok daha geniş bir vizyona sahiptir ve Çin’le olan ilişkileri sadece ikili çerçevede değil; Latin Amerika-Çin boyutuyla da geliştirmek istemektedir. Bu durum Lula’nın hem Çin’le daha kapsamlı bir ilişkiler ağı tesis etmek istediğini hem de ABD’den gelmesi muhtemel bir tepkiyi engellemeye çalıştığını göstermektedir.
Sonuç olarak, Lula’nın ziyareti gerek Brezilya ve Çin gerekse de Latin Amerika boyutuyla önem taşımaktadır. Bu bağlamda Lula’nın bölgesel realitenin farkında olduğu ve bu nedenle önce ABD’yi ziyaret ettiği söylenebilir. Ancak Lula, çeşitli gerekçelerle ABD’ye soğuk yaklaşırken; Çin aracılığıyla bu ülkeyi dengelemeye çalışmaktadır. Lula’nın izlediği strateji üzerinden Brezilya’nın önemli kazanımlar elde ettiği aşikardır. ABD faktörü düşünüldüğünde, Brezilya’nın bu ziyaret esnasında Kuşak ve Yol Girişimi’ne dahil olması beklemese de ziyaret, Brezilya’nın Kuşak ve Yol Girişimi’ne katılmasının bir ön hazırlığı olarak görülebilir.